DUYGUSELİ’M / Bölüm 1
.
Esti kalbime birden,
Düştüm uzun yollara, uzun hasretlendiğim “sen” için…
Mahalleler, Semtler, Şehirler, gücüm olsa deleceğim dağları aştım geldim…
Ben bu gelişimin senin gidişini izleyeceğini bilemezdim…
Beni özlemiş gibi değil de,
Beni garipler gibi baktığın o ilk karşılaştığımız yerdeki “yer” ben olmuştum…
Kendime basarak sana eriştim…
Soğuktun…
Hem mevsimin verdiği soğukluk,
Hem de gözlerinin yabancılaştırdığı bana vakit ayıramayacak gibi eğdin gözlerini…
Başını kaldırmanı istedim…
-“Sonra” dedin…
Eline dokunayım istedim…
-“Şimdi değil” dedin…
-“Yere bakma! O yeri “ben” ettin gör artık gör!”
-“Lütfen” dedin…
-Lütfen mi…
Hiçbir şey anlayamadım bu konuşmadan, o bakışamamışlıklardan, hiçbir şey…
Oysa ben onca yol hiç bunu hayal etmemiştim… Gözlerimin önünde gözlerinle gelmiştim…
Ama şimdi sevdiğim, başını kaldırıp o canımın eridiği gözlerini gözlerime değdirmedi…
Öyle gitti…
Bu nasıl bir gidişti?
“Ara vermek” miydi, “Bitti” demek miydi, ya da neydi?
Anlamıyordum bu buz kesilmeleri, hayallerinin ısıttıklarını buz bir kütleye çevirdiğine! İnanamıyordum…
Kaç gecemi sabaha vurdum…
Aklımda tarihi bile olmayan kara bir gün daha gülerek yanaşıyordu…
Ben hep “Adamım!” diye karşılarım sensizliği, o gün de öyle yapacaktım…
Çünkü ben sensizliği bile sen yaptım, “adamım” diyerek…
Hep duyardım aslında, “vazgeçtiğin zaman geliyor gidenler” diyenleri…
Oysa ben vazgeçmeyi düşünmemiştim bile ama sen geldin…
Nasıl bir gelişti bu…
Gitmek için miydi, bakmamak görmemek ve bir daha ‘yer’le bir etmek için miydi beni?
O gidişle böyle nasıl geliyorsun?
Bunların hiçbirini soramadım…
Soramadım ama gözlerim bunları anlatıyordu, biliyordum…
Hepsinin cevabını ‘adamım’ verdi bana…
İşte acıtmaya devam ediyordu yüreğim…
-“Bak kızım” dedi…
Ben anladım bu konuşmanın nereye varacağını, bana “kızım” diyordu…
Devamında “seviyorum” demeyeceği besbelliydi…
Donuk bir şekilde dinlemeye devam ettim “Adamımı!”…
-“Olmaz bu iş, unut!”
Oysa ne olmazmış onu bile söylemeye gerek duymadan def etmek istedi beni…
-“Git!” dedi…
Var gücümle ama kısık bir ses tonuyla:
-“Sen gittin, bir kişi gitse yetmez mi?”
dedim…
Cevap vermedi…
Önceden başını eğip gözlerime bakmamıştı bile ama bu kez gözlerime uzunca, sessizce ve nefesini tutarak baktı…
Ben anlamıyorum…
İçi hem yanıyor hem de buz tutuyor gibiydi…
Onun için geldiğim yollar kadar uzun sürmüştü sanki bana bakışı…
Sonra o gitti, ezberlemiş olmalı beni…
Çünkü son kez arkasına bakmadı bile, çevirmedi gözlerini…
Bense ezberimi tazelercesine gidişini seyrettim “adamımın…”
-“Ah adamım! Ah! Tek mi gittin sanıyorsun sen şimdi! Yanındayım, sağındayım… Ama sol’unda mıyım, anlamadım…
Neden öyle baktın bana…
Yanıyor muydun, üşüyor muydun anlamadım be adamım…”
Bunları da söyleyemedim…
Söylenmiyormuş bazı şeyler, söylenemiyormuş…
Kendime bir şey daha öğrettim ona söyleyemediklerimle…
O kara günle, yıldızları buluşturduğumda yine farkettim ki, ben hiç dokunamadım adamıma…
Tam eline gidecekken elim, buna izin vermemişti…
Ama neden! Tutmasaydım da dokunsaydım ne olacaktı ki! Anlayamıyorum ben adamım anlat!
Ben her gece kaseti başa sarıp düşünüyor ve nedenlerini soruyordum kendime…
Ama bu böyle devam edemezdi…
Etmemeliydi de…
Beklemeye devam ettim ‘yerle bir edenimi’…
/
Bölüm 1 sonu…
/
Ebru Aydın
/
Bölüm 2’yi okumak için: TIKLA!