DUYGUSELİ’M – BÖLÜM 3
.
Ona gitmeden önce kendime gelmem gerektiğini haykıran aynalardan birinin karşısına geçtim.
Biraz kendimle bakıştıktan sonra “hadi kızım pes etmek yok. Kolay kavuşmadın sen, zorlaysa zorla ama senin olacak işte o kadar! Bunu hiçbir şey değiştiremez.” diye başladım kendimi doldurmaya. O gücü nerden aldığımı anlayamadan taktım takıştırdım, süslendim püslendim ve düştüm sevdiğimin yollarına.
Caddede bekle bekle boş taksi yok! İş başa düştü kızım, durağa doğru yürü bakalım.
Topuklu ayakkabılarımın tak tak sesleriyle biraz da hızlıca koşar gibi yürüdüm.
Hep de yalnızken insan, sevgililer burnunun dibinde bitmiyor mu! Resmen deli oluyorum.
Her gördüğüm çifte “Mırç mırç, cıvık cıvık, ıyyy” diye söylene söylene durağa vardım ve sonunda bir taksi tahsil edildi bana. Taksiciyi de gözüm pek tutmadı ya, neyse.
“Kadıköy-Boğa’ya lütfen” dedim. Taksiciden cevap gecikmedi, dikiz aynasından pis iğrenç bir bakışla “elbette” dedi.
Tövbe ya Rabbim! Çıkar topukluları kafasına geçir kızım. Ama yok ya çabuk olmam lazım ve maalesef bu pislik insana muhtacım.
Bende şans olsa keşke, Kadıköy yollarında da ne trafik ne trafik. Çok güzel.
Dakikalar ilerledikçe gözlerim uzaklara dalıp dalıp gidiyordu. Buna engel olamıyorum çünkü adamım beni görünce ne yapacak ne diyecek bunu kestiremiyordum. İçimde de inceden bir acı yok değil. Tabi ben kendimi bir dolduruyorum bin dolduruyorum.
Diğer yandan taksici gözleriyle çiğniyor resmen beni. “Sık gırtlağımı” diyor yani.
Adamımı düşünmemek için taksiciye ne gibi işkenceler yapmak istediğimi kurdum kurdum güldüm kendimce. Pis herif de korktu galiba deli deli gülmelerimden. Aman ne hali varsa görsün, en azından artık bana değil de önüne bakıyor.
Trafik yoğun olunca dayanamayıp Boğa’nın aşağısında iniverdim taksiden.
Biraz hava çarpsa iyi olur, çünkü daha sonra ne gibi laflar çarpacak bilemiyorum. En azından antrenmanlı olurum. Sağıma soluma bakına bakına vardım Derin Moda Evi’nin sokağına. Sanırım yanlış geldim, bulamadım çünkü. Kendime de hak veriyorum aslında, iki senedir hiç gelmemiştim bu taraflara.
Komşu esnaflardan birine soruverdim oracıkta “burda bir moda evi vardı, sanırım ben yanlış hatırlıyorum. Derin Moda Evi hangi sokakta, biliyor musunuz?”
“Şurası” diyip bana üzerinde “satılık” yazan boş bir dükkanı işaret etti.
“Alay mı ediyorsun sen be!” diye çıkıştım esnafa biraz daha yaklaştım. Bir anda çok sinirlendim, çünkü ters gidiyor bir şeyler. İçime incir ağaçlarının tohumları atılıyor gibi bir şey. Saçma bir hal aldım.
Soru sorduğum aynı esnaf “bir hafta evvel kapattılar orayı, hoşçakalın diyip gittiler” dedi.
Benim tarihten haberim bile yok, telefonumun şarjı da yok. Yok da yok! Ne güzel değil mi! “Satılık” dükkanın önündeki kaldırıma oturdum öylece. Dakikalarca yerden kaldırmadım gözlerimi. “Benim adamım neden böyle yapıyor? Neden kaçıyor? Allah kahretsin!” ağlaya ağlaya barlar sokağına kadar gittim. Önüme çıkan ilk kulübe attım kendimi. “Dertler derya olmuş, ben de bir sandal!” acıdan devrildim devrileceğim. Aşkın ne kadar lanet bir şey olduğunu ilk kez o gece düşünmeye başladım. Heralde içkinin de biraz payı var böyle düşünmemde. Gelsin dolusu, gitsin boşu derken biraz iyi ettim kafayı. Etraftaki sarhoş yığınlarına da bakıp bakıp gülmeye başladığımda anladım devam etmemem gerektiğini. Yoksa en az onlar kadar saçmalayacağım.
Mutlu olmak istiyorum, ufacık mutlu olsam da yeterdi bana… Canım çok yanıyor ama bir yandan da çok fazla kızgınım.
Hırsın ve alkolün etkisiyle müziğe bıraktım kendimi.
Ağırdan alarak bir başıma dans etmeye başladım. Yanıma birinin yanaştığını gördüm. Yanıp sönen ışıklarla ritmik bir şekilde üzerime üzerime yürüyor. Yüzünü tam seçemiyorum. Korktum galiba ki çekildim hemen bir köşeye.
Başımı avucumun içine aldım. Yine adamımın gözlerini düşünmeye başladım. Ne de güzel gözleri vardı… Ben yine düşler kurarak acı çekiyorum tabi.
Başımı avuçlarımdan ayırıp biraz arkama yaslanayım derken kulağıma bir ses “beni mi arıyordun?” diye müziği bastırırcasına fısıldadı…
/
Bölüm 3 sonu…
/
Ebru Aydın
/
Bölüm 4’ü okumak için: TIKLA!