DUYGUSELİ’M / BÖLÜM 4
.
…
Başımı kaldırmaya gücüm yetmedi çünkü bu ses çok tanıdık geldi bana. Deliler gibi aradığım, uğruna gözyaşlarımı tükettiğim adamın sesi bu. Adamımın! Canımın, içimin, her şeyimin sesi! Nefes alışlarım, kalp atışlarım dört nala koşuyor gibi deli deli hızlanmaya başladı. Ben kendimi sakinleştirmeye çalışırken nefes alışlarını hissedebileceğim kadar yanaştı kulağıma ve “Sen arkana dönmeyeceksen, ben karşına geçeyim” dedi alaylı bir şekilde. “Gücünü topla kızım, ya Allah” diyip ayağa kalktım ve hemen arkamı döndüm. “Nasıl olur ya, nasıl olur bu!” diye terleye terleye ağladım, hıçkırıklara boğuldum. Çünkü Selim değildi karşımdaki, benim adamım değil bu! Hayat benimle dalgasını geçiyordu kısacası. Gözyaşlarımı silmeye yeltendi karşımdaki yabancı, elini tuttuğum gibi ittim. Tam olarak o an bütün gücümü yitirdim. Başımı yerden bir daha hiç kaldırmadan kahrolmaya devam ettim. Ağladığımı görünce onun da alaycı konuşmalarının bittiğini ve hatta benim için üzülmeye başladığını hissettim. Elindeki içkiyi yere bıraktı, beni kolumdan tutup dışarıya çıkardı. İçkiyle sarhoş olmayan ben, sadece bir sesle sarhoş olmuştum. Hiçbir şeye gücümün kalmadığını hissettiğim için böyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordum belki de. Kolumdan tutan yabancıya “bırak beni” diyecek kadar bile takatimin kalmadığını hissettim. Hayat, aşkla değil de acıyla yoruyor insanı. Çok yoruldum. Dakikalarca ağladım, ağla ağla bundan da yoruldum ve sessizliğe büründüm. Yabancı, bir dakika bile gitmedi yanımdan. Sokak lambası çaprazımızdaydı ve gölgesi önüme düşüyordu. Uzun süre gölgesini izledim, kıpırdamadan bana baktığını hatta nefes bile almadan pür dikkat kesildiğini anlayabiliyordum. Bir süre daha sessizliği tercih ettim çünkü yabancının konuşmasını istemiyordum. Işıkların raks ettiği kulüpte pek de dikkat etmemiştim yüzüne ama şundan emindim ki: “O benim Selim’im değil!”
Sadece bir kez yüzüne göz ucuyla baktığım o yabancıya tekrar dönüp bakmadan bir hışımla kalktım ve hızlıca uzaklaşmaya başladım onun yanından. “Nereye gideceksin bu saatte?” diye seslendi ardımdan. “Sus!” dedim ve uzaklaşmaya devam ettim. “Neden?” dedi, bir iki damla gözyaşı eşliğinde “Sus!” diyebildim yine. Karşıma çıkan ilk sokaktan sapmak istedim yabancının menzilinden kaybolabilmek için. Köşeyi döndüm de ancak bir sorun vardı. Çok korkunç bir yerde buldum kendimi. Kaldırımların üzerinde yığınla ezilmiş boş bira şişeleri ve ayakta durmakta zorlanan birkaç sarhoşun ortamında buldum kendimi. İlerledikçe bitmeyen bir sokak, kahretsin! Karanlıklarım artmaya başladı ve var gücümle geri dönmeye başladım. Aynı sarhoşların önünden ikinci kez geçince dikkat çektim elbette ve her bir adımda küfürler dolusu laflar duymaya başladım. Gücüm yerinde olsa hepsine teker teker özenle cevap verirdim de! Gücüm O’nun sesinde kaldı. Derken iki kişinin beni takip ettiğini farkettim. “Bu piçler sokağına nerden girdin lan Duygu!” diye bağıra bağıra yürümeye devam ettim. Ah şu çenem! Nerden dedim ben o piç kelimesini. Takip edenlerden biri sağıma diğeri soluma geçti ve beni sıkıştırmaya başladılar. Sinirlenmeye başladığımda deli gücü girer içime ve ne dediğimi ne yaptığımı bilmem. Huyum kurusun! İyice yanaştıklarını farketmemle sağımdakinin kolumu tuttuğunu görmem bir oldu. “Noluyor lan bu gece! Kolumdan tutan tutana!” diyip aklıma gelen küfürleri bağıra bağıra söylemeye başladım. Güldüler yüzüme yüzüme, bir de üstüne “devam et” dediler. “Keşke baban devam etmeseymiş.” dedim. Demez olaydım, öyle bir tokat yedim ki aman Allah’ım! Yere yapıştım. Bağrışlar çağrışlar ama kimseler yok. Yine kendimle baş başa kaldım ve birkaç metre uzağıma düşen çantamı da aldığım gibi kaçmaya başladım. İki cengaver peşimden geliyor, topuklu ayakkabılarımı öyle bir hızla fırlattım ki rüzgar halt etmiş. Yanağımı tuta tuta koşuyorum ama nasıl koşmak! Bu sokağa saptığım caddenin tam köşesinde birine çarptım yine yere kapaklandım. “İki piç peşimde” diye bağırdım düştüğüm yerden. Beni yerden kaldırmaya yeltenirken iki manyak tepemde bitti ve sonra kavga kıyamet. Çarpıştığım o kişi, bu iki ayyaşla yumruk yumruğa kavga etmeye başladı. “E Duygu, yediğin tokatın hesabını sorma vaktidir!” diye verdim gazı kendime. Yüzlerini yüzlerini bir tırmalıyorum, nereye gittiğini bilmediğim tekmeler atıyorum artık Allah kurtarsın onları. Ne diyeyim. Maşallah çarpıştığım kişide de iyi kuvvet vardı ki sadece birkaç dakikada sokak lambalarının vurmadığı bir kaldırıma attık ikisini de. Hışımla fırlattığım ayakkabılarımı gördü bütün karanlıklara rağmen ve çok da uzakta olmayan topuklu ayakkabılarımı minicik tebessüm eden yüz ifadesiyle bana getirdi. Çarpıp beni yere deviren bu yeşil gözlü adama teşekkür ettim. Gözleri öyle bir yeşil ki, zifir karanlık dinlemeyip nasıl da far gibi belli, nasıl da parlıyor. Onu görünce yine acım tepeme çıktı! Benim kahve gözlümün, adamımın gözleri yine düştü aklıma, yine hüzünlendim. “Neyse kızım!” Kulüpte biraz aldığım alkol yüzünden midir, can havliyle tazı gibi koştuğumdan mıdır, kavga ettiğimden midir bilemedim ama yorgunluk ve uyku çöktü üstüme. Mümkün olsa sokak ortasına atacağım kendimi ve öyle uyuyacağım. Ben bunları düşünürken yeşil gözlü de yanımda bön bön bakıyor yüzüme. “Teşekkür ettim, önemli değil demen gerekmiyor mu?” dedim minik gülümsemelerine devam etti. “Konuşsana” dedim. Dudaklarını büktü ve başını bir sağa bir sola salladı. Anladım, dilsizdi. “Özür dilerim” dedim. Sırtımı sıvazladı ve telefonunu çıkardı bir şeyler yazmaya başladı. “Gidecek yerin var mı?” diye yazdı önce. “Taksi bulabilirsem evime gideceğim” dedim. “Bu saatte taksi bulman çok güç. Benim kaldığım otelde boş odalar vardır, orda kal bu gece” diye yazdı. Öyle masum ve öyle saf birine benziyordu ki, yorgunluğumun da verdiği hisle hiç diretmedim ve otel fikrini oldukça cazip buldum. “Ee otel nerde? Nasıl gideceğiz?” dedim. “Arabam var” diye yazdı. “Ama ben kullanırım arabayı, sen yolu elinle tarif edersin tamam mı? E o kadar da şüphe duymalıyım değil mi?” dedim hafif tebessüm ederek. Başını “evet” dercesine gülümseyerek salladı. Arabasına doğru yürümeye başladık. Attığım her adımda içimden şunları geçirmeye başladım: “Konuşamasaydım, bağıramasaydım nasıl bir hayatım olurdu? Sadece birilerini duymak, onları dinlemek ne hissettirirdi bana?” dayanamayıp sordum hemen “iyi bir dinleyici misin?” diye. Yine “evet” dercesine aşağı yukarı salladı başını. Başımı yere eğdim, adımlarımı izlemeye başladım ve arabaya doğru yürümeye devam ettik. Aldığım cevapla birlikte içim bir anda huzur doldu. Belki de gerçekten sırdaşım olabilecek biriyle tanışmışımdır. Gecenin 3 sularında böyle biriyle çarpışmam ve aynı kişinin beni iki sapıktan kurtarması gerçekten bir tesadüf mü? Üstelik bu kişinin dilsiz olmasına ne demeli? İçten içe hayret dolu sorularla adımlarımı izlemeye devam ettim. “Arabaya daha çok mesafe kaldı mı yeşil gözlü?” diye sordum tebessüm ederek. Yeşil gözlü diye hitap ettiğimdendir sanırım, gülümsedi. Telefonunu hemen çıkardı ve yine notlar kısmına yazmaya başladı. “Biraz uzakta bir otoparka bırakmıştım arabayı. Malum buralar pek tekin olmuyor geceleri. Yaklaşık 5 dakika daha yürüyeceğiz.” diye yazdı. “Bu gece ne de çok olay yaşadım ben öyle. Önce bir ses duydum ama ne ses! Sonra ağlama seslerimi duydum, birilerinden kaçtım, kavga bile ettim hatta ettik. Ben bunca aksiyonu 24 senelik hayatımda ilk kez bir arada yaşıyorum. Bu gece sence de oldukça tuhaf değil mi yeşil gözlü? Sahi, adın ne senin? Çenem düştü yine. E madem iyi dinleyicisin, haberin olsun ben çok konuşurum” dedim. İlk kez sadece ben konuşuyorum, ilk kez biri itiraz etmeden, beni susturmadan dinliyordu. Garip bir his yaşıyordum. Yine telefonunu eline aldı ve sadece “Derin” yazıyordu ekranda. “Nasıl yani, ismin Derin mi?” dedim, başını yine “evet” dercesine salladı. Derin Moda Evi’nin satılık bir dükkan olması bana bu tuhaf geceyi yaşatıyordu. Ne yapsam da, ne kadar kaçsam da sanırım hayat bana hep O’nu getirecekti. Anladım. “Bu gece her şey O’nu getiriyor bana. Kendisi yok ama her şeyi etrafımda dönüyor. Hayat benimle kafa buluyor, anlaşıldı. Uyumak istiyorum artık. Ruhuma kadar yoruldum.” dememle otoparka vardık. “Mutluluk hiçbir zaman uzakta değildir” diye yazdı. Ama benim mutluluğum uzağımda mı yakınımda mı onu bile bilmiyorum ki ben. “Ah Selim, nerdesin?” diye içime içime attıklarım birikiyordu yine. Derin, anahtarı otopark görevlisinden aldı, ödemeyi yaptı ve anahtarları bana verdi. Onun gerçekten çok saf bir kalbe sahip olduğuna ikna olmaya başladım. Tereddüt etmeden anahtarları verdi. Bu tuhaf gece yine tuhaflığını bozmuyordu. Karmakarışık soru ve düşüncelerle birlikte otelin yolunu tuttuk.
/
Bölüm 4 sonu…
/
Ebru Aydın
/
Bölüm 5’i okumak için: TIKLA